Amerika Başkanlık seçimleri, şüphesiz ki yılın en çok konuşulan konuları arasında yerini ilk sıralarda aldı. Donald Trump çok az farkla başkan seçildi. İnsanların ‘kötünün iyisini seçelim bari’ algısıyla yaklaştıkları bu seçimde, Clinton’ın kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Seçim günü gelip çattığında tüm ülke şok oldu. Çünkü beklenmedik yerlerden bile Trump’a gelen oylarla, Donald J. Trump, kazanmıştı. PR’cılar olarak çok iyi biliyoruz ki seçim, altın tepside PR demektir. Hem adayın PR ekibinin hem de adayın kendi adına yaptığı halkla ilişkiler çalışmalarının her birinin teker teker önemi çok büyüktür ve her atılan adım sizi kazanmaya veya kaybetmeye götürecek güçtedir. Peki, Donald Trump, adaylığını koyduğunda kazanmasına ihtimal verilmeyen, ciddiye alınmayan o kişi, nasıl oldu da kazandı? En iyisi anlamak için her iki adayında seçim öncesi süreçte neler yaptığını, halkın onlarla ilgili ne düşündüğünü, halkla ilişkiler çalışmalarını incelemek. Çünkü tüm dünyaca kabul edilmesi gereken bir gerçek var ki; seçimleri iyi politikacılar değil, iyi PR’cılar kazanır.
Clinton’la başlayalım. Clinton’ın en büyük problemi, halkın onu gerçekçi ve doğal bulmamasıydı. Gerçekçilik ve transparanlığın çok önemli olduğu bu dönemde bu özellikleri üzerinde toplayamaması maalesef onu geri attı. “Sizlerden biriyim’’ imajı çizmeye çalışsa da Clinton’ın geçmişte dünyanın en tartışmalı politikacılarıyla çalıştığı, New York’un en lüks banliyölerinden birinde yaşadığı, verdiği konuşmalar başına minimum 200,000$ kazandığı bilinen gerçekler. Belki de onu günlük hayattan herhangi bir kadınla ilişkilendirilebilir ve ‘’Ah, o da normal bir insan sanırım’’ dedirtebilecek tek olay, geçmişte yaşadığı ailevi sorunlar. Onları da zaten hep beraber izledik, yargıladık. Clinton’ın ilk çalışmaları, doğal olmadığı algısını yıkma yönündeydi. Ve “Getting Started’’ adlı videoyu yayınladı. Videoda, günlük hayattan, toplumun her kesitinden insanı görebiliyoruz. Her insanın yaşadığı dönüm noktalarından bahsediliyor. Herkesin kendi hayatından bir şeyler bulabilmesi adına başarılı bir video. Eşcinsel bir çifte bile yer verilmiş, ki Amerika’da biliyorsunuz ki bu konu ve bunun gibi birçok sosyal konu, önem sıralamasında çok önde. Videonun sonunda Clinton beliriyor, ekonomik durumdan bahsediyor. Zirvedekiler ile diğer sınıflar arasında finansal eşitsizliğe karşı savaşacağını söylüyor. Ancak, unuttuğu ve halkın unutmadığı bir şey var ki, kendisi de zirvedekilerden. Yani, gerçeklik konusunda yine sınıfta kalıyor. Ayrıca, Clinton videonun adında belirtildiği gibi yeni başlamıyor. Aksine, uzun süredir siyaset yapıyor.
Videonun yayınlanmasından sonra, Ohio’dan bir muhabire verilen tip üzerine Clinton, ünlü bir Amerikan zincir restoranda yemek yiyor. Çalışanlar onu tanımıyor ancak daha sonra güvenlik kameralarının incelenmesi sonucu anlaşılıyor ki Clinton gerçekten de oradaymış. Yine, sizlerden biriyim mesajı. Tabii bu durumu sevimli bulanlar olduğu gibi, tamamen sahte bulanlarda oldu. Ardından Hillary, Saturday Night Live adlı televizyon şovuna da katılıyor fakat yine hakkındaki yorumlar samimiyetsiz olduğu, gerçekçi ve doğal olmadığından öteye gitmiyor. Clinton, bu algıyı kırma yönünde çalışmalarına devam ediyor ve ’Twitter Takeover’lar gerçekleştiriyor. Yani, kendi Twitter hesabını bir günlüğüne halktan, herhangi birinin yönetmesine izin veriyor ve bu kişiler genellikle küçük işletme sahipleri ve çoğunlukla kadınlar. Tweetlerde adaylar önce kendilerini tanıtıyorlar daha sonra Clinton’ın politikalarının kendileri için ne kadar faydalı olduğuna değiniyorlar. Ve girişimde fazla çabalama görünen gerçekçi bulunmayan bir girişim olmakla kalıyor maalesef. Gerçekçilik ve doğallık üzerine çalışmalar yaparken Clinton, Hillary Clinton markasını güncellemeye başlıyor. Yeni logo dizaynı, Obama’nın O’su gibi, ses getiren bir logo. İleriye dönüklük ve Hillary’nin ülkeyi ileri taşıyacağı mesajını veriyor. Ancak ben logoyu gördüğümde aklıma ilk gelen şey FedEx’in logosu oldu. Amerikan halkının bir kısmı logoyu beğenirken bir kısmı soğuk buldu ve davetkar olmayışından yakındı yani aslında logo, iyi bir Hillary temsiliydi.
Hillary’nin bir başka hatası, çok fazla konudan konuya atlamasıydı. Örnekle açıklayacak olursak, Obama’nın 2008 seçim çalışmalarına bakalım. İlk günden son güne kadar aynı felsefe üzerinde durdu ve bu felsefe ’A change we can believe in’ idi. Clinton, Big challenges, real solutions: Time to pick a President’ yani büyük, zorlu görevler, gerçek çözümler: Başkan seçme zamanı dedi. Sonra, ‘Renew the promise of American’ yani Amerikan vaadini yenileyelim, sonrasında ‘In to win’ yani kazanmak için buradayım daha sonra ‘Working for change, working for you’ değişim için, sizin için çalışıyorum ve ardından ‘Countdown to change’ değişime geri sayım dedi. Özellikle değişim ile ilgili olan argümanları, Obama’nın başarısından nemalanma çırpınışı olarak görüldü. Bunlarlada kalmadı ve ‘Ready for change, ready to lead’ – değişime hazır, yönetmeye hazır’la devam ettiği yolculuğunu ‘Solutions for America’ yani Amerika için çözümler ile sonlandırdı. Aynı zamanda Clinton, öğrencilere, çocuklara, ailelere ve emeklilere, yani herkese aynı anda çok fazla şey vaad etti. Hepsine çok yakın durmaya çalıştı. Ancak sorun şu ki herkese yaranmaya çalışmak çoğu zaman kimseye yaranamamakla sonuçlanıyor.
2016 seçimiyle ilgili bir başka gerçekse bu yıl adayların önceki yıllardan daha fazla incelenmeye maruz kaldıkları. Çünkü artık devir sosyal medya devri. Erişilebilirlik, her zamankinden daha yüksek. Hillary Clinton, sosyal medyayı oldukça aktif kullanan bir aday. Facebook, Instagram, YouTube, Twitter, Pinterest ve Snapchat kullanıyor. Artık sosyal medya yalnızca genç kesime hitap eden bir mecrada değil. Bu nedenle Clinton’ın bu girişimi yalnızca genç kitleye değil, daha geniş bir kitleye ulaşmasına yardımcı oldu. Instagram’da yaptığı throwbackler, reklamlarından çok daha etkili ve olumlu geri bildirimler aldı.
Tabii Clinton, Snapchat’te ve aktifliğiyle halk ile duygusal bir bağ kurmayı başardı. Belki de ‘gerçekçilik’ konusunda attığı en başarılı adım, sosyal medya girişimleriydi. Hatta kişisel favorim, Chillary Clinton Snap’i oldu.
Ve belki de Clinton’ın başarısızlığının ve hatta Trump’a evirdiği oyların çoğunun sebebi medyanın taraflılığıydı. Ana akım medya her saniye Trump’a hakaretler yağdırıyor, ünlüler televizyona çıkıp Trump’a deyimi yerindeyse, giydiriyordu. Bu kadar yoğun cepheleşme yaşanması oy verenlerin büyük bir çoğunluğunda geri tepmeye neden oldu. Ayrıca, medyanın ve ünlülerin Clinton’a olan desteği, kırsal kesime itici geldi ve sadece bu yüzden, zaten kararsız oldukları seçimde ‘mağdurun’ yanında olmaya karar verdiler. Bu durum anketlerde de yanılma payı oluşmasına neden oldu. Çünkü herkes Trump’a o kadar karşıydı ki, artık anket sonuçları da yanlı bir hal almaya başladı. Trump’a oy verecek kişiler bile bunu dile getiremiyordu.
Belki de Clinton olmadığı biri gibi görünmek için bu kadar çabalamak yerine olduğu kişiyi benimseseydi ve güçlü bir kadın profili çizmeye çalışsaydı, zorlama yoldan doğal görünmeye çalışmak yerine gerçekten doğal olsaydı, sonuç daha farklı olabilirdi. Çünkü Hillary belki de sıradan bir kadın değil, halktan bir kişi profili çizemiyor ancak yıllar boyu politikadaki yerine bakacak olursak güçlü bir kadın, kolay kolay yıkılmıyor ve oldukça deneyimli. Tek yapması gereken, sahip olduğu iyi özelliklerin altını çizmek. Çünkü insanların aradığı dürüstlük ve transparanlık buradan geçiyor.
Peki, Trump politikadaki deneyimsizliği ve karşısında duran dev isimlere rağmen nasıl kazandı? Geçmişte söylediği sözlerle yargılandı ancak günümüzde de geçmişte söylediklerinden aşağı kalır laflar etmedi. Bazen öyle büyük gaflar yaptı ki, tüm dünya ağzı açık izledi bu ‘turuncu adamı’. Bu başarının sırrı ne? Nasıl oluyor da bu adam Amerika’nın yeni başkanı olabiliyor? Ali Ağaoğlu’da bir gün Türkiye’yi yönetecek mi? gibi birçok sorunun cevabını sizin için irdeledik. Bazılarının yanıtınınsa yalnızca hayır olmasını umuyoruz.
Trump, belirli sorunlar üzerinde yoğunlaştı ve hep sorunların çözümlerinden bahsetti. Belki bunları ele alışı herkesi mutlu etmedi fakat tutarlılığı takdire şayandı. Daldan dala atlamadı ve kararlıydı. Zaten herkesin her şeyi olmaya çalışırsanız, kimsenin hiç bir şeyi olamazsınız. Trump bunun farkındaydı ve Clinton’ın aksine, herkese yakın durmaya çalışmadı. Kendi konumunu belirledi ve onun gibi düşünenleri yakınına topladı. Çok kez bahsettiğim gibi, günümüzde seçmenlerin en çok önemsediği meselelerden biri gerçekçilik ve transparanlık. Trump bu konuda belki biraz fazlaya kaçmış olsa da ağzının filtresinin olmayışı onun inandırıcılığını arttıran faktörlerden oldu. 2016 Başkanlık Tartışması’nda da bir çok kez örneğini gördüğümüz gibi Trump diğer politikacılar gibi söylenmesi gereken, duyulmak istenenden çok, doğruları söylüyordu (tabii bunu her zaman daha az kırıcı bir şekilde yapabilirdi). Ayrıca, bir başka başkanlık tartışmasında Trump’ın takdir edilmesi gereken bir başka özelliği, hatalarını kabul etmesi ve durumu iyi bir şekilde toparlamasıydı. Chris Wallace Trump’a “4 kez iflas ettiniz, size ülkenin işlerini yürütmeniz konusunda nasıl güveneceğiz?” sorusunu yönelttiğinde Trump, ticari kariyerinden gurur duyduğunu ve bu deneyimlerin onu ekonominin zorluklarıyla karşı karşıya gelebilecek, mükemmel adayın kendisi olduğunu söyledi. Ve yüzlerce işletmeden yalnızca dördünün başarısızlığı gerçekten gurur duyulacak bir kariyerdi. Hatalardan ders çıkarıp, olumlu bir tutuma sahip olmak, başarısızlıklara saplanmayıp ileri adım atmak çok önemli.
Trump’ın iyi olduğu başka bir konu, kendi elçisinin kendisi olması. Her zaman kendi mesajını en iyi iletecek ve taşıyacak kişinin kendisi olduğunu düşünüyor. Kısacası, iletmek istediği mesajı belirleyip, kitlesine ulaşmak için doğru platformları seçti. Donald’ın sivri dili başına dert oldu, evet, ancak ondan başka kimse politikacılara etkisiz ve güçsüz, Amerika’nın liderlerineyse salak ve lobiciler tarafından kontrol ediliyor diyemezdi. Trump, kimsenin dile getiremeyeceği şeyleri dile getirdi ve kimsenin yüzmeye cesaret edemediği sularda yüzdü. Tabii bunda kendi kampanyalarını kendi finanse etmesinin, yani tatmin etmek zorunda olmadığı yatırımcılar olmamasının payı büyük ancak yine de halkın aradığı gerçekçilik yine Trump’taydı. Çoğu zaman “doğru mu duydum?” dememize sebep oldu belki ama bazen söylediklerinin gerçeklik payı da vardı. Ve sonsuz eleştiriye rağmen, sözlerinden dönmedi ve geri adım atmadı. İnandığı şeyin peşinden koşmaya devam etti. Ve Trump, reklamın iyisi kötüsü olmaz sözünün yaşayan örneği haline geldi. Tüm bu karşıtlık, gaflar, hakaretler sonucu etkilemedi. İyi veya kötü, bir şekilde kitleye ulaştı ve mesajlarını iletmeyi başardı. Tüm bunlara ek olarak Trump, herkesin anlayacağı dilden konuşuyordu. Tüm politikacıların aksine, günlük hayattan bir dil benimsemişti. Yani Trump’a katılmıyor olsanız bile, neyi neden söylediğini anlayabiliyordunuz. Ki günümüzde, anlamış gibi yaptığımız şeyler dışında bu, politik konular için büyük bir ayrıcalık. Yapılan bir analize göre Trump’ın konuşma dili bir 4. sınıf öğrencisi tarafından bile anlaşılabilecekken Hillary’ninki 8. sınıf öğrencileri tarafından zorlukla anlaşılıyor. Aynı zamanda Trump, anlaşılırlığını ve gerçekçiliğini sosyal medya kanallarında da sürdürdü. Tüm bunlar, insanları turuncu adamdan iterken aynı zamanda duygusal bir bağ kurulmasına da yol açtı. Trump’ın seçim döneminde 8,7 milyon Twitter, 7,7 milyon Facebook ve 35,000 Youtube takipçisi bulunuyordu. Şuan Twitter takipçileri 15 milyonu aşmış durumda. Günde en az 10 tweet atıyor ve her gün içeriği taze tutmayı başarıyor. Gün içerisinde telefonlarımıza kaç defa baktığımızı düşünelim. Baktığımız zamanların bir kısmında Trump’ın güncelleme yapmış olması kuvvetle ihtimal. Ve bu durum insanlarda Trump ile birebir iletişime geçmiş hissi uyandırıyor. Trump’ın sosyal medya hesaplarında da ünlülere ve politikacılara sık sık giydiriyor oluşu gerçek bir Donald J. Trump deneyimi yaşadığınızı destekler nitelikte. Kampanya sloganına gelecek olursak, dünyada sloganın ulaşmadığı çok kişi kaldığını sanmıyorum. Açık, kısa ve en önemlisi en baştan beri aynı.
İyisiyle, kötüsüyle 2016 Başkanlık seçimleri, tarihin en çok konuşulan seçimlerinden olmayı başardı. Herkesin en çok sorduğu sorular ‘ne oluyor, ne yapıyoruz biz, nasıl bu iki kişi arasında karar verecek hale geldik’ vb. sorular olsa da, elimden geldiğince PR açısından oluşabilecek sorularınızı yanıtlamaya çalıştım. Ve tekrar belirtmekte fayda var; iyi politikacı yoktur, iyi PR’cı vardır!