“Dünyanın en büyük gıda firması Nestlé’nin hikayesi 1866 yılında İsviçre Vevey’de başlamıştır. Şirketin kurucusu Henri Nestlé geliştirdiği dünyanın ilk süt bazlı bebek maması “Farine Lactée” ile anne sütü alamadığı için yaşamını kaybetmekte olan bir bebeğin hayatını kurtarmıştır. Nestlé, kuruluşundan günümüze kadar geçen 150 yılda bünyesine yeni ürünler, yeni kategoriler, katarak istikrarlı bir şekilde büyümüş ve dünya gıda ve beslenme sektörünün lideri haline gelmiştir. Bugün Nestlé dünyanın lider gıda şirketi olarak 500’e yakın fabrikası 328,000 çalışanı ile dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde faaliyet göstermektedir. Nestlé’nin dünya genelindeki 10.000 ‘e yakın ürünü her gün 1 milyarın üzerinde birey ve aile tarafından tercih edilmektedir.” Nestle, kuruluşunu ve dünya devi olma hikayesini internet sitesinde bu şekilde özetliyor.

Son derece insani misyonlarla üretim hayatına başlamış bu marka, nasıl oluyor da boykotların hedefi olmaktan kurtulamıyor? Belki de markanın on yıllardır çözümlenemeyen Afrika krizini ve bu krize yaklaşım biçimlerini inceleyerek bu sorunun cevabıyla ilgili fikir sahibi olabiliriz.

1975 yılında, Etiyopya askeri cunta ile yönetiliyordu. Cuntanın politik hedeflerinden biri Etiyopya’da faaliyet gösteren şirketleri kamulaştırmaktı. Bu politikayı takriben, Schweisfurth isimli Alman şirketi satın alındı. Yıllar içinde yönetim değişti fakat devlet yıpranmış ekonomisini düzeltmek için uluslararası yatırımlara muhtaç hale gelmişti ve itibar kazanmak adına var olan borçlarını ödeme kararı aldı. Nestle geçen yıllar içinde Etiyopya’nın borçlu olduğu şirketlerden olan Schweisfurth’u satın almıştı. Devlet borcunu 1.6 milyon olarak ödemeyi teklif etti, Nestle ise bu borcu içinde bulunulan dönemin Amerikan Dolar kuruna göre hesapladı ve borç 6 milyon’u buluyordu. Krizin tetiklendiği nokta bu oldu çünkü Etiyopya büyük bir kıtlık yaşıyordu, Birleşik Milletler o kış 11 milyon Etiyopyalı’nın açlıkla mücadele edeceğini tahmin ettiğini açıklamıştı.

Hikaye basına sızdığında milyonlarca insan Nestle’nin tutumunu ağır şekilde eleştirdi, Nestle’nin sözcüsü yaşanan bu problemin “uluslararası hukuk ve adalet” ışığında çözülmesinin önemini ve bu yatırımların devamlılığının gelişmekte olan ülkeler için önemini vurgulayan, eğer istedikleri olmazsa yatırımlarını çekecekleri tehdidi olarak yorumlanmaya açık bir konuşma yaptı.

Etiyopya, ne yazık ki Nestle’nin sert finansal politikalarından nasibini alan tek Afrika ülkesi değildi. 2002 yılında, Afrika’da 5.8 milyon insan AIDS virüsünden etkilenmişti. Virüsü taşıyan annelerin emzirme yoluyla bebeklerinin de enfekte olmasına sebep olduğu biliniyordu, ayrıca yeni doğan maması enfekte olmuş anne sütüyle karıştığında içeriğindeki bileşenler sebebiyle daha ölümcül hale geliyordu. Nestle, bu dönemde bu ülkelerde yeni doğanlara bir süre bedava mama dağıttı. Bu sürenin sonunda bebeklerini sütle beslemenin ölümcül olabileceğini bilen ailelerin bebeklerini beslemelerinin tek yolu kalmıştı; yüksek fiyattan satılan mamalar.

Bu gelişmelerin ardından, 1998 yılında Zimbabwe Sağlık Bakanı olan Timothy Stamps’ın iddiası krizin çok daha çarpıcı hale gelmesine sebep oldu, iddiaya göre Nestle kendileriyle bir toplantı talebinde bulunmuş, toplantıda bebek sağlığı için hazır mamaların kullanımının zorunluluğuyla ilgili bir düzenleme yapılmaması halinde ülkeden yatırımlarını çekeceklerini belirtmişti.

Krizin tırmanışının önüne geçemeyen firma, nihayetinde Etiyopya’nın yapacağı tüm ödemeyi Red Cross aracılığıyla Afrika’da altyapı çalışmaları gibi halkın hayati ihtiyaçlarını karşılamak için kullanacağını açıkladı. 1999 yılında, boykotu destekleyen ve tanıtan kuruluşlardan Baby Milk Action, Birleşik Krallık Reklamcılık Stardartları Topluluğu’na (ASA) Nestle’nin anne sütünün önemiyle ilgili yaptığı reklamların etik olmadığını da içeren bir dizi şikayette bulundu, ASA incelemeleri sonucu reklamların uygunsuz olduğunu kabul ederek Nestle’yi bir başka krizle yüzleştirdi ve bir başka eleştiri gün yüzüne çıktı: Nestle’nin sosyal sorumluluk aktiviteleri bebeklerin hayatını önemsediği için değil, birer müşteri olarak gördükleri annelerin sempatisini kazanmak için yürütülüyordu. Aksi takdirde yapılan bağışların tüm dünyaya duyurularak değil, anonim olarak da yapılması mümkündü.

Peki bu karmaşık kriz nasıl çözümlendi?

Maalesef çözümlenemedi. Nestlé boykotu halen International Nestlé Boycott Committee (Uluslararası Nestlé Boykotu Komitesi) tarafından devam ettiriliyor. Komitede başta Baby Milk Action ve IBFAN olmak üzere 100 ülkeden 200 grup bulunuyor. Pek çok Avrupa üniversitesi, araştırma kurumu da söz konusu gruplar arasında yer alıyor. Yalnızca İngiltere’den 73 öğrenci birliği, 102 şirket, 30 dini kurum, 20 sağlık örgütü, 33 tüketici örgütü, 18 yerel yönetim, 12 sendika ve 31 parlamenter Nestlé boykotunu desteklediklerini açıkladılar.

Nestlé ise sürekli olarak pazarlama stratejilerinde bir sorun olmadığını savundu. Ancak Mayıs 2011’de başta Filipinler olmak üzere Asya-Pasifik ülkelerinde Nestlé karşıtı bir kampanya daha başladı. Bu bölgede de yaklaşık olarak 19 büyük sivil toplum kuruluşu Nestlé’nin üretim ve pazarlama stratejilerinin bebek sağlığını tehlikeye attığı düşüncesinde olduklarını açıkladılar. Ne yazık ki suçlamalar yalnızca bu istismarla bitmiyordu, çocuk işçi çalıştırmak, doğayı kirletmek…

Umalım ki ki Nestle, çalışmalarını etik çerçeve içinde gerçekleştirmeyi bir ilke edinir, hatalarını kabullenir ve  imajını yeniden çizmek adına kapsamlı bir çalışma yapar.


Kaynak: Nestle Boycott Action Kit