Post-truth’un anlamı, kamuoyu oluşturmada gerçeklerin az, kişisel inançların çok etkili olması. Gerçekten de insanlar artık mutlak gerçekle değil, kendi inandıkları gerçekle daha fazla ilgileniyorlar. İnandıkları şeyin gerçek olmasını isteyip onu gerçek kabul ediyorlar. Oxford Dictionaries, İngilizce’de 2016 yılının kelimesi olarak post-truth’u seçti. Türkçe’ye gerçek-ötesi, gerçek-sonrası ya da post-olgusal şeklinde çevirmek mümkün. Post-truth, tekrarlanan yanlışların kınanmadığı ve rutine döndüğü durumu anlatıyor. Hatta yanlış olduğu kanıtlansa bile o yalan yeteri kadar tekrarlandığı için artık gerçek gibi kabul ediliyor. Post-truth kavramı bu güncel anlamında ilk kez 1992 yılında, Sırp asıllı Amerikalı Oyun Yazarı Steve Tesich’in The Nation dergisinde yayımlanan yazısında geçiyor.
Post-Truth: Medya, Haberler ve Siyaset
Gerçek olmayan haberlerin yaygınlaşması insanın zayıflığından kaynaklanıyor. Maalesef modern hayat içinde insanların oturup düşünmeye vakti yok ama internette sınırsız bilgi var. Gerçek ile gerçek olmayanı ayırt edemeyen bireyler, kendilerine daha çekici gelen ve duygusal taraflarına seslenen haberlere inanıyorlar.
Bir filozof, bir edebiyatçı, bir eleştirmen, bir siyasetçi hatta bir ünlü olabileceğimiz sosyal medya, sadece pazarlama dünyası için değil siyasetçiler için de bulunmaz bir nimet oldu. Örneğin Trump, post-truth’tan gerçekten faydalanan bir siyasetçi. Sık sık tekrarladığı cümleler ve açıklamalar seçmenleri tarafından hep hoşgörü ile karşılandı. Söylemiş olduğu bazı sözler o kadar çok paylaşıldı ki, sonuçta sosyal medyada ilgi ve merak uyandırarak herkesin gözü önüne defalarca belirdi. Sıkça tekrarlanarak sonunda bir gerçeklik kazandı. Post-truth teriminin Trump’ın adaylığını koyduğu zamanlardan beri popüler olduğunu söyleyebiliriz çünkü bu süreçte pek çok gerçek olmadığı bilinen haber ve veri gerçekmiş gibi kabul edildi. Bu dönemi açıklayan bir kavram olarak da kullanılmıştır.
Bireylere ve kişilere değil de bir ortama, soluduğumuz havaya ve atmosfere atıfta bulunmaktadır. Bilimselliğin ve aydınlanmanın ortaya çıkması ile birlikte gerçeklerin, verilerin, hakikatlerin üzerinden insanların karar verdiğine dair bir inanç var. Bu inancın çöktüğünü ve artık insanların istatistiklere bakmadan karar verebildiğini ve duygusal tepkilerin rasyonel düşüncenin önüne geçtiğini ifade eden bir kavramdır.
Post-truth kavramı, izole edilmiş bir medya sistemidir ve sahte haber ile birlikte anılmaktadır. Medyanın artık gelenekselleşmiş bir özelliği ise maalesef ki yalanın kabul görmesi. Doğrunun alıcısı çok az ancak yalan çok daha fazla ilgi çekiyor. Yalan için sürdürebilirliğin şartı oldu diyebiliriz, bir adım ileri atabilmek için yalana ortak olabiliyoruz. Medyanın itibarsızlaştırılması, dünyanın popülist politikacıların eline düşmesine neden oldu. Ortaya atılan asılsız bir iddia gündemi dolduruyor, ardından gerçek olmadığı ortaya çıksa da ilk haberi alanların çok azı bunu öğrenebiliyor. Yalan haberler ve kaynağı araştırılmamış veriler online kültürün bir parçası haline gelirken, gerçek ile bilim kurgu arasındaki çizgi giderek silikleşmeye başladı. Bu sosyal bölünmelere, bilgi kirliliğine neden olmaya başladı. Yalan haberlerin bir parçası olmamak için sürekli eleştirel, sorgulayan zihin yapısında olmalıyız.
Peki sahte haberler gerçekten her siyasetçi için yapılıyorsa, bir kullanıcının oy verme eğilimi nasıl oluyor da bunlardan etkileniyor? Cevabı bizi iki kavrama götürüyor:
Filtre baloncuğu (Bubble): Newsfeed’de karşınıza çıkan gönderiler, beğendiğiniz ve etkileşime geçtiğiniz paylaşımlarla benzerlik içeriyor. Dolayısıyla kullanıcı, kendi beğenilerinin dışında bir gönderiye rastlamıyor, görüşünü değiştirecek bir bilgiyle de karşılaşmıyor.
Yankı Fanusu (Eco Chambers): Sosyal medya hesaplarınızda sizin takip ettiğiniz hesaplar zaten kendi görüşünüze yakın paylaşımlar yapan, herhangi bir gündem maddesi hakkında aynı duygu durumlarını gösterdiğiniz kişiler oluyor. Bu da kullanıcıyı kendisine aykırı gelecek bir düşünceyle, kimi durumlarda doğru olanla karşılaşmasını engelliyor.
Neler Yapılmalı?
Aslında baktığımızda elimizde bu kadar fazla olanak varken bizler sadece pasif bir alıcı olmayı seçiyoruz çünkü böylesi işimize geliyor. Peki bunu yaparak becerilerimizi küçümsemiş olmuyor muyuz? İşte bu durumu fact-checking yani doğrulama yaparak yenebiliriz. Bir sosyal medya kullanıcısı, sadece önüne sunulanı almak yerine doğrulama yapmalı, bir haberi okuduktan sonra bir kaynağa sahip olup olmadığını kontrol etmeli, görselleri en basitinden Google aracılığıyla kontrol edip güncel olup olmadığına bakarak bile ciddi oranda bu haberlerin önüne geçmeli.
Meraklısına: The Post-Truth Era – Ralph Keyes
Ralph Keyes kitabında post-truth politika ve yaşam tespitleri, biz neden yalan söylüyoruz? Dürüstlük nasıl çöktü, yalan nasıl yükseldi? gibi konulara açıklık getiriyor. Post- truth ile ilgili olarak öne çıkan özneler sadece politikacılar değil. Peki kimler var? Edebiyatçılar, üniversite hocaları, din adamları, üretken gazeteciler. Aslında bize yalan söylemeyi ve yalanın kurumsallaşarak toplumsal bir kabul görmesi konusunda en çok katkıyı bu insanlar yapıyor.