Halkla ilişkiler alanında birçoğumuzun bildiği üzere; yazma becerisi, sosyal medya uzmanlığı ve topluluk önünde konuşabilme yetileri oldukça önemli unsurlardır. Ancak; son dönemlerde adını oldukça sık duyduğumuz ve neredeyse her başarılı markanın arkasında yatan en önemli unsur ise “hikaye anlatma sanatı” ya da bizim daha çok duyduğumuz “storytelling” denebilir.
Aslında hikaye anlatımını gündelik hayatımızın içerisinde TV reklamlarında, sokak panolarında, lansmanlarda, yapılan sunumlarda görmekteyiz. Ancak burada önemli olan nokta hikayeleri ne kadar etkili anlatabiliyoruz sorusu oluyor. Yapılan araştırmalara göre, etkili hikaye anlatımının aslında bir dinleyiciyi veya okuyucunun beynini, algılarını ve ruhunu etkileyeceğini göstermiştir. Çünkü bizler anlatılan bir hikayeyi dinlerken kendimizi hikayenin içindeki bir karakter ile özdeşleştiriyoruz. Böylece, aslında anlatılan hikayeleri yaşıyoruz ve anlatıcı bunu ne kadar etkili yaşatabilirse bizde de o kadar bir kalıcı bir etki uyandırıyor.
Bu noktada, “Hikaye Anlatımı” ya da “Storytelling” halkla ilişkilerin en önemli stratejisi haline gelmektedir. Çünkü markaların hedef kitleleri ile daha iyi bağlantı kurmalarına ve en sonunda, hedef kitlenin hislerini, fikirlerini ve tutumlarını pazarlama hedeflerine uygun hale getirmelerini sağlamaktadır.
Biz PR’cılar olarak, hikaye anlatımları ne kadar etkili ve güçlü yaparsak markanın itibarını ve hedef kitlelerin markalara olan sadakatini o kadar arttırmış oluyoruz. Çünkü müşteri ve marka arasında güçlü bir iletişim bağı kuruyoruz.