Ajansımızın kurucularından, okulumuzda yüzlerce öğrenciye Halkla İlişkileri’n ne olduğunu öğretmiş ve öğretmeye devam eden Barika Göncü’yleyiz. Publica ve PR Outlet ekibi olarak bizlere bu keyifli sohbet ile zaman ayırdığı için kendisine teşekkür ediyoruz.

-Bize kendinizden ve sektör deneyimlerinizden bahseder misiniz?

B. G.: Tabii. Benim yaklaşık 25 yıllık bir tecrübem var halkla ilişkiler sektöründe. Önce kurumsal tarafta başladım profesyonel hayatıma. Daha sonra girişimci kimliğimle kendi ajansımı kurdum 1997 yılında. Ve orada hem Türkiye’nin hem de dünyanın önde gelen markalarına iletişim danışmanlığı hizmeti sunduk. Ajans hala faaliyette. Ancak ben son üç yıldır ajanstaki aktif görevlerimi oradaki arkadaşlarıma devrettim ve tam zamanlı olarak üniversitede çalışmaya başladım. Kurulduğundan beri yarı zamanlı olarak zaten ders veriyordum. Ve şimdi hem profesör hem de akademisyen kimliği ile buradayım ve bu alanda çalışmaya devam ediyorum. İlerleyen sorularda da konuşuruz muhakkak. Çok uzun bir zamandır bu sektörün ve mesleğin içinde olduğum için değişimleri, farklılaşmaları, olumlu ve olumsuz noktaları bizzat deneyimleyerek ve zaman içerisinde biriktirerek tecrübeye dönüştürme fırsatı buldum. Öğretmenlik ve akademisyenlik kısmının da en az profesyonel kısmı kadar heyecanlı olduğunu söyleyebilirim. Tabii, şimdi ağırlık akademik tarafta.  Ancak sektörle bağlantı ve irtibatım devam ediyor. Türkiye’de ki iletişim danışmanlığı ve halkla ilişkiler sektörüne katkıda bulunmayı sürdürüyorum.

– Genç iletişimcilere tavsiyeleriniz nelerdir? Hangi hatalardan kaçınmalıyız?

B. G.: Bu sabah yolda, buraya gelirken ve röportajı düşünürken aklıma şu geldi; genç, yaşlı vs. gibi sıfatlar bizim kendi yarattığımız ayrımlar. Belki evet tecrübe ile ilgili bir şey var ama aslında başka bir platformda ve başka bir bakış açısıyla ben genç-yaşlı farkına inanmıyorum. Bunu niye söylüyorum? Çünkü hep tecrübe, bilgi, tavsiye yaşlılardan gelir gibi algılanıyor. Ben öğretmenlik yaptığım süre içerisinde bunun böyle olmadığını öğrendim. Çünkü öğrencilerimde bana çok şey öğretti.  Yani hem çok öğrettim hem de çok öğrendim. Yalnızca tek yönlü bir tavsiye ve bilgi aktarımı olmuyor. Peki, bizim avantajımız ne? Biraz daha zaman olarak bakarsak bu işin içerisinde daha fazla bulunduk ve daha çok tecrübe edinebildik. Ama bilgi öyle bir şey ki, hiç ummadığınız bir etkileşimde, hiç beklemediğiniz bir anda, çok daha genç birinden, yine bizim koyduğumuz kriterlere göre  gelebiliyor. Yani yaşı ilerlemiş her insanın kendini o pozisyonuna koymasını doğru bulmuyorum. Gençlerden öğrenmeye açık olması lazım.  O çift taraflı yolun tıkanmaması lazım.  Bunun dışında önerilerim yani ‘böyle yaparsanız daha iyi olur’ diyebileceğim şeyler var. Birincisi, bunu derslerde de hep söylüyorum, sizler de bilirsiniz, hayatta bir bakış açısı sahibi olmanın önemi. Yani şu geçip gittiğiniz hayatta, hiçbir şey yapmadan sadece olayların, medyanın, dış etkenlerin etkisinde kalarak sürüklenmektense bir yerde durup, bugüne, geçmişe, Türkiye’ye, etrafımıza, dünyaya oradan bakmak. Bunun içinde, başka bir farkındalık, farklı bir çaba gerekiyor. Ne bunlar? Okumak, dünyayı izlemek, gündemi takip etmek, anlamaya çalışmak, çok fazla insanı, çok fazla bakış açısını merak etmek. Merak çok önemli. Bunlar olduktan sonra bu bakış açısı oluşmaya başlıyor. Bu hizalama oluşunca, ne yönde olursa olsun, sektördeki başarıda geliyor.  Ama somutlaştırmamız gerekirse, çok okumak, iyi edebiyat okumak, gündemi çok yakından takip etmek, sadece bize sunulanı değil arkasında neler olup bittiğini araştırmak gerekiyor. Bu haberin arkasında ne var, bu kişi niye böyle bir demeç vermiş, bu araştırma bize niye böyle bir şey söylüyor, bu araştırmayı kim yapmış, bu işin geçmişi neymiş, niye dünyanın orasında böyle bir çelişki var,  ne olmuş eskiden, gidelim seneler öncesine, inceleyelim. Ancak böyle sorular sorarak anlayabiliriz. Böyle bir meraka, böyle bir çabaya girmeniz en önemli tavsiyem. Çünkü iletişim sektörü, hangi alanında çalışırsanız çalışın ama özellikle halkla ilişkilerde çok gerekli.  Bu bakış açısına sahip profesyoneller ve girişimcilere ihtiyaç var. Her geçen gün bunu daha iyi anlıyoruz. Yapılan hatalardan önemli bir tanesi de her şeyi bildiğini zannetmek. Bu yanılgıya hayatın hiç bir noktasında düşmemek gerekir.  Yani ‘ben artık oldum’, ‘her şeyi biliyorum’ dememek lazım. Bu hepimiz için geçerli. Gençler bu hataya daha sık düşebiliyor. İkinci hata,  Türkiye’de iyi olmanın, kendini çok iyi bir noktada görmeye yol açması. Önemli olan dünya ölçütlerinde, uluslararası ölçütlerde iyi olmak. Bazı şeyler ancak o zaman olur. Yoksa bildiğimiz gibi Türkiye’de eğitim ve formasyonlar biraz problemli. Bu yüzden Türkiye’de iyi olmak bir hayli kolay ve bununla yetinmemek gerekiyor. Yetinirsek, isabetsiz adımlar atabilir, hata yapabiliriz. Kendimizi her zaman o işin en iyisiyle, uluslararası standartlarda başarılı görülen kimse ve neyse onunla karşılaştırmalıyız.  Bir başka hata, sevgisizlik ve şefkatsizlik. Sevgi ve şefkatin muhakkak tüm söylediklerime eşlik etmesi gerekiyor. Ve adalet duygusunu hiçbir zaman, hiçbir noktada kaybetmemek gerekiyor. Bu duyguyu yitirdiğimizde çok fazla hataya düşüyoruz. Bu işimizle de çok ilgili. Tüm paydaşlara adalet duygusuyla yaklaşmak gerekli.  

– Siz kurumsal yönlü Halkla İlişkiler yapmayı mı tercih ediyorsunuz yoksa ajans yönlü olarak mı çalışmayı tercih ediyorsunuz? Bizlere hangisini önerirsiniz?

 B. G.: İlk önerim, öğrencilik esnasında iki tarafta da deneyim sahibi olmak. Hem kurumsal taraftaki işleyişi, mantalite ve bakış açısını hem de bunun ajans tarafını deneyimlemek gerek.  Her ikisini de stajlarla muhakkak 2-3 senede yapmalı ve kendi kararlarını vermeliler. Çünkü bazı kişilere ajans tarafı, bazı kişilereyse kurumsal tarafı daha uygun oluyor. Bu geçmişinizle, bakış açınızla, farklı tercihlerinizle de bağlantılı. Ama gerçek hayatta bunların her ikisi de bir bütün halinde. Benim kişisel tercihim, hayatımın da gösterdiği gibi, ajans tarafı. Neden? Çünkü orası daha zengin bir dünya. Çok fazla sektörle ilgileniyorsunuz. Kurumsal tarafta tek bir sektörü derinlemesine, çok iyi bir şekilde öğrenme fırsatınız olabiliyor tabii ama ajans tarafında hizmet ettiğiniz markalar kimlerse onların sektörlerini tanıma fırsatınız oluyor. İzolasyon sektörünü de öğreniyorsunuz, ilaç prospektüsü okumayı da. Bir otomotiv markasıyla çalışıyorsanız bir arabanın güvenlik sistemlerini bile öğrenebiliyorsunuz. Yani ajans tarafı bana daha ufku açık ve zengin geliyor. Ama bu kesinlikle kurumsal taraf yetersiz demek değil. Olumsuz bir anlam yüklemek istemem. Bu tercih tamamen benim bireysel duruşumla alakalı.  O tarafa daha yakındım bu yüzden o tarafta yürüdüm. Kurumsal tarafta da çok kıymetli, kendini çok iyi yetiştirmiş, zaman zaman sektördeki çoğu meslektaşımızdan çok daha ileride bilgi, görgü ve gelişmiş bakış açısına sahip meslektaşımız var. Dolayısıyla tercih biraz kişinin kendisine göre şekillenir. Ama öğrenciyken ve fırsat varken mutlaka iki tarafta görülmeli.

– Günümüzdeki halkla ilişkileri nasıl yorumluyorsunuz ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

B. G.: Halkla ilişkilerin geleceği bir hayli parlak.  Tabii günümüzde bir mesele var. İletişimle ilgili farklı disiplinler birbirleriyle çok fazla iç içe geçmiş durumdalar. Yani pazarlama nerede başlıyor ve bitiyor, reklam nerede başlıyor ve bitiyor, halkla ilişkiler nerede başlıyor ve bitiyor bu sınırlar git gide kayboluyor. Eskiden belirlemek daha kolaydı. Her zaman geçişkenlikler vardı ama  günümüzde bu oldukça arttı. Dijital iletişimde, pazarlama iletişiminde, halkla ilişkiler, reklam iletişimi, medya planlama ve satın alma gibi sayısız mecranın üretildiğini görüyoruz. Robotlar, sanal gerçeklik, hayatımızı değiştirecek internet teknolojileri… Bütün bu ortamlarda benim gözlemim şu ki kim güzel fikri bulursa ve stratejik olarak doğru yolda ilerlerse, o projeleri o yönetiyor. Bu yüzden halkla ilişkilerin büyük bir potansiyeli var. Konjonktüre bakarsak, kısa vadede dijitalin gerisinde kalmış gibi görünse de dünya pratiğine baktığımızda, büyük PR ajanslarının, ağların çok kısa sürede bu gecikmeyi telafi ettiğini görüyoruz. Çok iyi işler çıkarıyorlar. Yani dediğim gibi, mesele doğru fikri bulmak ve bu fikri de, başta bahsettiğim bakış açısıyla, inceleyerek, merak ederek, araştırarak bulabilirsiniz. Ve fikri bulanın projeyi yönetiyor olmasından da bahsetmiştim. Halkla ilişkilerin bu potansiyele fazlasıyla sahip. Çünkü çok farklı alanlardan, çok farklı kaynaklardan besleniyor. Yeter ki bu ivmeyi, bu rüzgârı yakalayabilsin ve geride kalmasın. Dünya ve Türkiye çok farklı değil. Türkiye’de de halkla ilişkiler sektörü dijitale geç kaldı benimsemek ve adapte olmak konusunda. Ama şimdi, özellikle genç kuşakta bunun yakalandığını görüyoruz. Çok birikimli ve bilgili bir halka ilişkiler kuşağı geliyor sektörel çalışmalardan ve öğrencilerimden gördüğüm kadarıyla. Dolayısıyla durum iyi. Türkiye’de yapmamız gereken şey bu sektörün elde ettiği gelirleri daha da yükseltmek. Şuan gelirlerimiz biraz düşük. Bu durum doğal olarak insan kaynaklarımıza da yansıyor. Daha iyi insan kaynaklarını ister istemez kurumsal tarafa kaptırıyoruz. Bunun içinde doğru fikirleri bulmak, hizmet verdiğimiz markaların, kurumların önüne geçmek gerek. Bugünkü mücadelemiz de bu. Ama eğer bu noktaya gelinebilirse hem Türkiye’de, hem dünyada halkla ilişkiler için çok iyi bir gelecek var.

– Dünyaya bir kere daha gelsem yine Halkla İlişkiler Uzmanı olurdum mu diyorsunuz yoksa başka tercihleriniz olur muydu?

B. G.: Türkiye’de bir girişimci olarak çok zor zamanlar geçirdiğim oldu. Birçok kriz atlattık, problemlerimiz oldu.  Böyle zamanlarda hep söylediğimiz ve hala da söylüyor olduğumuz gibi ‘Bu yapılacak iş mi? Gece gündüzümüz yok, tatilimiz yok, 7/24 dijitalle çalışıyoruz’ dediğimiz oldu.  Ama kendi iç sesimi dinlediğim zaman hissediyorum ki en doğru kararı vermişim ve hiç pişman değilim. Şimdi bir projeye, bir basın bültenine bakarken herhangi bir işe bakarken öylece bakıp geçemiyorum. Bir daha bakayım, şuraya da bakayım, daha iyisini yazayım istiyorum. Bu içten gelen heyecan ve tutku olunca, bu işi yapabiliyorsunuz. Başarılı olabiliyorsunuz. Yalnızca eğer şimdiki birikimim olsaydı; ‘animal studies’ denen çalışmalara dâhil olmak isteyebilirdim. Dünyada, insan dışındaki varlıklarla, hayvanlarla ve doğayla ilgili çok fazla şey araştırıyorum ve akademik okumalar yapıyorum. Bu eskiden olsaydı, belki farklı yapacağım tek şey bu olurdu. Ama şimdi, hobi olarak yapıyorum. Bu alanı iletişimle nasıl bütünleştirebilirim bunu düşünüyorum.  Ama genel olarak düşündüğümde, en başa dönsem yine iletişim sektöründe uzmanlaşırdım diyebiliyorum.

– Size birazda kurucularından olduğunuz Publica Öğrenci Ajansı ile ilgili sorular sormak istiyoruz. Bu ajansı kurma fikri nasıl ortaya çıktı?

B. G.: Aslında bunun bir evrim süreci var. Öğrencilere hayatta dokunabilecekleri, işi deneyimleyebilecekleri bir şeyler yaşatmak istedik. Bu bir ajans yapısı mı olur yoksa projeler mi yaparız gibi düşüncelerimiz ve arayışlarımız oldu. Öncelikle projelerle başladık. Özellikle Kuştepe Kampüsü’ndeyken Kuştepe’ye yönelik projeler yapmaya başladık. Kadın Emeği Kooperatifi kurduk, çocuk parkı yaptırdık, Kuştepe Sağlık Ocağı’nın kurulması öğrencilerimizin buldukları sponsorluklarla sağlandı. Tabii belediye de katkı gösterdi. Kuştepe’nin tarihi ile ilgili bir sergi yapmaktan kermesler düzenlemeye kadar, mahallenin içerisindeyken bulunabileceğimiz kadar katkıda bulunmaya çalıştık ve buna yönelik projeler yaptık. Her şey böyle başladı. Bu, daha sonra ajans yapısına evrildi. Çünkü öğrenci ajansları aslında dünyada da halkla ilişkiler müfredatında olan bir şey. Öğrencilerin bir ajans simülasyonuyla bu işte ve sektörde ne gibi zorluklar, keyifler olabileceğini ve işin tekniğini ve bakış açısını anlayabilmesi hedefleniyor.  Bu fikirde o şekilde doğdu. Çok farklı projelerimiz, çok farklı öğretmenlerimizin emeği oldu. Ben tam zamanlı çalışmaya geçtikten sonra daha fazla ilgilenebilir oldum. Ama projeler döneminde de yarı zamanlı çalışmama rağmen o projeleri yöneten üç öğretmenden biriydim. Birlikte çok güzel işler çıkardık. Kuştepe’den sonra Dolapdere’de de çalışmalarımızı devam ettirdik. Oralardan bu ajans fikri doğdu. Ve müfredatımızın ayrılmaz, gurur duyduğumuz ve övündüğümüz bir parçası haline geldi. Öğrencilerimizin ajans atmosferi nasıldır, orada takım çalışması nasıl sağlanır, işleyiş nedir, nasıl işler çıkarılır, elinize bir ‘brief’ ulaştığında onun üzerine nasıl eğilir, tüm hazırlık süreci nasıldır, nihai proje nasıl ortaya çıkarılır ve çıktıktan sonra dönüp nelere bakılmalıdır, neyi iyi yaptık, neyi yapamadık gibi önemli süreçlerin hepsini yaşayabildikleri bir yapı içerisine dâhil olmalarını istedik. Ve ne iyi ki, elimizde Publica var.

– Publica bugüne kadar hangi sektörden müşterilere hizmet verdi?

B. G.: Ticari müşterileri de oldu Publica’nın ama kuruluşundan bu yana ağırlıkla baktığınızda biraz daha sivil toplum kuruluşları ve sivil toplum projeleri ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Bu da çok doğal. Çünkü bir öğrenci ajansının ağırlıklı olarak ticari markalarla çalışması ve onlara hizmet vermesinin önünde bazı engeller olabilir. Yeterince deneyim olmaması, neticede bunun bir öğrenci yapısı olması gibi. Ama ticari alanda da faaliyetlerimiz oldu. Ama dediğim gibi, daha çok sivil toplum kuruluşları ile çalıştık.  

– Siz sadece öğrenciler tarafından yönetilen bir ajansa kurumunuzu emanet edebilir miydiniz?

B. G.: Çoğu marka ve kurum buna hayır cevabı verecektir. Ve bu cevabın haklı noktaları da var. Çünkü bu ajans marka ilişkisi süreklilik isteyen bir ilişki. Öğrencilerin ajansta kaldıkları süre, öğrenim süreleriyle kısıtlı. Daha sonra mezun oluyorlar ve gidiyorlar. Ama dünyada böyle modeller de var. Ben bunun bir cesaret göstergesi olduğunu düşünüyorum. Ama neden olmasın? Belki de bir gün bir kurum böyle bir adım atacak. Tabi bir önceki soruyla da bağlayabileceğimiz şöyle bir yönü var; Publica’yı kurarken sektördeki meslektaşlarımızla da konuştuk, onların görüşlerini de aldık. Sektördeki ajanslarla gerçek anlamda rekabet eden bir yer değil Publica. Ve bunun hep altını çizdik. Öyle bir şeye soyunmak zaten doğru da olmaz. Adı üzerinde, öğrenci ajansı. Daha çok öğrenciye sağlanacak katkıya, öğrenciyi geliştirmeye yoğunlaşmış bir yapı. Tabi çok güzel fikirler, çok güzel işler, parlak projeler çıkmaz mı? Tabii ki çıkar. Ama dediğim gibi bir marka ve ajansın ilişkisi biraz evlilik gibidir. Elbette problemler, kesintiler olabilir ve bunlar boşanmaya kadar gidebilir ama her zaman süreklilik esastır. Günümüzün moda tabiriyle söylemek gerekirse 7/24 bir partnerlik ve iş birliği olmalı. Çünkü bu konularda emanet, iddialı bir şey. Herhalde etmezdim 🙂 Ama dediğim gibi bu, öğrenci ajansının yaptığı işi küçümsemek ya da ‘onlar bunu bilemez’ ile ilgili değil. Biraz daha teknik bir mesele. Tabii bu işin, sektörde olmak, kendini ispat etmiş olmak, bir yapıya dönüşmüş olmak, referans sahibi olmak gibi boyutları da var marka ve kurumların dikkat ettiği. İtibar önemli. Sektördeki pozisyonunuz nedir, ne gibi başarılara imza atmışsınız… Bir gün Publica’da bu birikime sahip olacaktır ama yine de öğrenci ajansı tanımı içerisinde bazı markaları ve bazı projeleri bir yerden alıp başka bir yere götürecektir.

– Publica’nın bu yıl 10. yılını kutluyoruz bildiğiniz gibi. 10 yıldır var olan bu ajansın gelecekte yapacağı çalışmalara dair neler söyleyebilirsiniz?

B. G.: Bu noktada halkla ilişkiler programımızdan da bahsetmemiz gerekir. Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Programı rahatlıkla söyleyebilirim ki Türkiye’deki vakıf üniversiteleri arasında en iyi halkla ilişkiler programı. Devlet üniversitelerini bunun dışında bırakıyorum, onlarında eğitimleri çok iyi ancak Bilgi’deki program devlet üniversitelerindeki programlarla da rahatlıkla yarışacak seviyede. Ve bunun sebebi halkla ilişkilere salt akademik tarafından baktırmayıp sektördeki yakın bağlarını kullanması. Kurucuları, ekibi böyle. Çok farklı disiplinlerden beslenen, gelen öğretmenleri var. Yani sadece iletişim değil, sosyolojiden, siyaset bilimine, antropolojiden tarihe birikim akıtan öğretmenler hep faaliyettelerdi ve hala da öyleler. Birde, halkla ilişkiler alanında hem Türkiye’de hem dünyada neler olduğunu kaynaklardan izleyen,  hem de sektördeki ilişkilerini buraya taşıyabilen eğitmenler. Bu yüzden Publica’nın geleceği parlak. Biz her zaman geleceğin PR ajansı nasıl şekillenir, bunu düşünüyoruz. Şimdi çok değişik yapılanmalar var dünyada. Eski ajans örgütlenmesi hızla kayboluyor. Müşteri ekiplerinin yerini yenilikçiler, içerik üreticileri, araştırmacılar gibi yeni departmanlarla şekillenmiş ajanslar alıyor. Ben tabii ki akademik taraftan ve sahip olduğumuz tüm ağlardan da beslendiği için Publica’nın gelecekte git gide yeni dönemin gereksinimlerini karşılayacak bir ajans yapılanması olacağını düşünüyorum ve bunun için hep birlikte çalışıyoruz. Dünyadaki diğer öğrenci ajanslarına bakıyoruz ve geleceğin PR ajansının öğrenci ve akademik düzeydeki modellemesine doğru gitmesini hedefliyoruz çünkü bu birikime sahibiz. Şuan ki orta vadedeki hedefimiz de zaten bu.

– Sorularımızın sonuna geldik. Bu hoş sohbet için ve bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

B. G.: Ben teşekkür ederim. Bu vesileyle Publica’nın 10. yılını da sizleri de kutluyorum. Öğrencilerimizin bu şekilde çalıştığını görmek gerçekten çok mutluluk verici. Hepinizi tebrik ediyorum ve hem Publica’da hem de bundan sonraki hayatınızda başarılar diliyorum.