Bu yıl “Değişen Dünyada Sürdürülebilirlik İletişimi” başlığı ile düzenlenen seminerde iletişimin sürdürülebilir bir dünya tasarlamadaki önemi ve farklı disiplinlerin bu alandaki çalışmaları aktarıldı

 İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, her yıl sektörün önemli isimlerini bir araya getirdiği ‘Betül Mardin Seminerleri’ dizisiyle iletişim dünyasının gündemini ele almaya devam ediyor.

 ‘Betül Mardin Seminerleri’ kapsamında her yıl önde gelen iletişimcileri ve profesyonelleri ağırlayan İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi bu yıl sürdürülebilirlik yaklaşımlarının iletişim sektöründeki yansımalarını tartışmaya açtı.

Bu yıl “Değişen Dünyada Sürdürülebilirlik İletişimi” temasıyla düzenlenen seminerde üç ayrı oturumda ‘Türkiye’de ve Dünyada Sürdürülebilirlik’, ‘Sürdürülebilirlik Ne Kadar Sürdürülebilir?’, ‘Sürdürülebilirliğin Halleri: Toplumsal Dönüşüm’ konu başlıkları tartışıldı.

BİLGİ İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Emel Göral’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen seminer BİLGİ İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Burak Özçetin ve Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Başak Uçanok Tan’ın açılış konuşmalarıyla başladı.

Açıklamada seminerdeki görüşlerine yer verilen Seminerin Sürdürülebilirlik ve Araştırma Danışmanı Ali Gizer, şu değerlendirmelerde bulundu:

‘Sürdürebilirliğin yüzde 80’ini iletişim, yüzde 20’sini mutabakat ve eylem oluşturuyor. Sürdürülebilirlik için ne yapmamız gerektiğini biliyoruz ama eyleme geçmiyoruz. Dünya dışı bir yaşam insanlar için söz konusu değil. 8 milyar insanın bir başka gezegene gitmesi mümkün değil. Dolayısıyla insanlı gezegeni kurtarmaya çalışıyoruz.

Sürdürülebilirlik konusunda iletişimi felaket ve umut iletişimi olarak iki uç noktada görüyoruz. Sürdürülebilirlik ile ilgili çocuklarda bilinç oluşturmaya çalışıyoruz, ama bu konuda yetişkinlerin davranışlarını değiştirmesi gerekiyor, çocukların değil. Onlar örnek alıyor zaten.’

– ‘Birlikte hareket etme noktasında sorunlarımız var’

Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Gürgen, ‘Ne yapacağımız konusunda ve eyleme geçme noktasında aşırı bireycilik sorunu karşımıza çıkıyor. Birlikte hareket etme noktasında sorunlarımız var. Somut ve sürdürülebilir bir program gerçekleştirirken üzerine düşünmeliyiz.’ ifadelerini kullandı.

Gürgen, sürdürülebilirlik konusunun adım adım ilerlenmesi gereken bir konu ve iklim krizinin kapsamının çok geniş olduğunu belirterek, teknik olarak nelerin önceliklendirileceğine ilişkin stratejik bir yol haritası belirlenmesi gerektiğini aktardı ve ‘Ortak temalar üzerinden ortak stratejiler geliştirilebilir. İklim krizi iletişimi konusunda bir üst akla ihtiyaç var. Birçok insan iklim değişikliği konusunun devletler tarafından ele alınması gerektiğini düşünüyor. İnsanlar bireysel olarak ne yapabileceğini bilmiyor.’ değerlendirmesini yaptı.

– Birçok marka greenwashing yaparak itibar sağlamaya çalışıyor’

İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. A. Banu Bıçakçı ise sürdürülebilirlik kavramını ortak bir idealin arayışı ile ortaya çıkan ‘sosyo-ekolojik bir süreç’ olarak tanımladı.

Arzu Bıçakçı, şunları kaydetti:

‘Sürdürülebilirliğin toplumsal, çevresel ve ekonomik olmak üzere birbirine bağımlı üç boyutu var. Sürdürülebilirlik sadece çevrecilik değil. Sadece bireylere yüklenecek bir sorumluluk da değil. İdari bir erke ihtiyaç var. Sürdürülebilirlik aynı zamanda bir trend veya statik bir kavram da değil, yeni bilgilerle sürekli evriliyor.

Sürdürülebilirlik ölçülmeden, kurumların beyanına dayalı olarak yönetilebilecek bir kavram olarak görülmemeli. Çünkü günümüzde birçok marka sürdürülebilirliği itibar çalışmalarında toplumsal açıdan duyarlı bir imaj yaratmak amacıyla kullanıyor ve birçoğu bu doğrultuda ‘greenwashing’ yapıyor. Yani çevresel sorunlara duyarlıymış gibi davranarak göz boyuyorlar. Örneğin karbon emisyonlarını açıklamıyorlar ama büyük meblağlarda bağışlarla dikkat çekiyorlar ya da zeytin arazilerini yok ederken zeytin festivallerine sponsor oluyorlar.’

– ‘Teksil dünyayı kirleten ikinci büyük sektör’

Seminerde, tekstil sektörü ve sürdürülebilirlik hakkında konuşan Bego Jeans Kurucusu Bego Demir da tekstil sektörünün dünyayı kirleten en büyük sektörlerden ikincisi haline geldiğini bildirdi.

Sektörün yılda 93 milyar metreküp su tükettiğini ifade eden Demir, ‘Tekstilde kullanılan kimyasal ürünler tehlikeli kimyasal sınıfına giriyor. Markaların kaynakları sürdürülebilir şekilde kullanması gerekiyor. Hızlı modayla beraber tekstil markalarının tekstil çöpleri artıyor. Dünyada tekstil çöplerinin yüzde 13’ü toplatılıyor ve ne yazık ki sadece yüzde biri geri dönüştürülüyor. Biz de aslında çözümü temiz moda hareketinde bulduk ve bu doğrultuda bir marka oluşturarak yola çıktık.’ ifadelerini kullandı.

– ‘Anadolu’nun dünyayı besleme potansiyeli var’

Beslenme Uzmanı ve Sürdürülebilir Yaşam Aktivisti Kevser Başkara ise şu bilgileri paylaştı:

‘Türkiye’nin sürdürülebilir beslenmeye çok uygun bir potansiyeli var. Su kıtlığı yaşıyoruz ve hayvancılık su kaynaklarının hızlı tüketimine neden oluyor. Anadolu’da bitki zenginliğimiz çok fazla, 13 bin bitki türü var. Anadolu’nun dünyayı besleme potansiyeli var. Hayvancılık ise sera gazı salımı nedeniyle termik santral ve fosil yakıtlardan daha fazla gezegene zarar veriyor.

Kullanılabilir tarım alanlarının çoğu hayvancılığa ayrılıyor. Yeterli ve dengeli beslenmeden sürdürülebilir kalkınma mümkün değil. Son dönemde iklim dostu klimataryen beslenme öne çıktı. ‘En iyi beslenme şekli hangisi?’ diye baktığımızda, en çok kilo verdiren değil, gezegene iyi gelen beslenme şekli en iyisidir diyebiliriz.’

– ‘Bir bütün olarak sürdürülebilirliği benimsememiz gerekiyor’

BİLGİ İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Itır Erhart, sosyal girişimcilik ile gönüllülük arasındaki farklara değinerek şu değerlendirmelerdi yaptı:

‘Sosyal girişimler, sosyal ya da ekolojik fayda yaratan girişimleri oluşturuyor. Geleneksel girişimlerden farklı olarak asıl kuruluş amaçları sosyal ya da ekolojik fayda sağlayarak bir ürün ya da hizmeti satıyor olmaları. Sivil toplum ise bağışlar ve gönüllüler ile sürdürülebilirliği sağlar.

Sivil toplum kuruluşları genellikle bir alanı sahiplenerek o alanda farkındalık oluşturmaya çalışıyor. Ancak bir bütün olarak sürdürülebilirliği benimsememiz gerekiyor. Sivil toplum kuruluşları toplumsal hareketlerin öncüleri olduğu için insan hakları ve hak temelli yaklaşım göstermeliler.’

Kaynak